Sanıyorum ki Yüce Rabbim Müstehakımı Verdi

Ahahahahahhaahahahhahhahahahhahahah yemin ederim hak ettiğimi buldum, abv benim.

19 senedir yediğim hurmalar geldi götümü tırmalıyor AY YAY YAY YAAAAAAY.
Jazz'la seksi rafa kaldırdık. Jazz'ı benim tıpkı eski sevgililerimi terk ettiğim gibi durduk yere, bum diye terk eden bir sevgilisi varmış. Of. İsmi de nasıl nefret ettiğim bir isim, o isimde kimi tanıdıysam birbirimizi bir şekilde siktik. ama bu seferki majör sikiş ben diyeyim.
Kaknem Karı diyeceğim nickine, Allah affetsin. Eski sevgilisine karşı bir takıntısı varmış her nasılsa, görüşüyorlarmış ara ara. Jazz da cool herif ya, "Bana koymaz," demiş. Kız mutlu olsun diye canını dişine takmış, ciddi şefkatli bir herif. Derken kız bam diye terk etmiş Jazz'ı, eski sevgilisi için.
Jazz kendini yetersiz hissediyor, Kaknem Karı'yı elinde tutamadığı için kendinden nefret ediyor. Mutlu oldukça kendini cezalandırıyor. Mutluluk herife iyi gelmiyor. Bak bak ıssız adam triplerine bak. Sikik seni ya. Amına koyduğumun sikiği.

Ne diyorduk, Kaknem Karı üçte bir bile yapamamış bu sorularda, ama terk etti ya. Yeri bir başka. SEVEN SİKİLİR SİKEN SEVİLİR ARGADAŞ, BEN BUNU BİLİR BUNU SÖYLERİM. Kolunda Kaknem Karı'nın verdiği bileklik var, katiyyyyen çıkartmıyor. Çünkü Kaknem Karı çıkartma demiş. <bu arada ağlıyorum falan ben bunları yazarken. allah hakikaten sonumu hayır etsin.> Kendi çocuğuna filan takma planları var bilekliği, o kadar. Kendinden bir parçada durmaya devam etsin diye bence.
Şimdi gelse istemezmiş Kaknem Karı'yı. Çünkü o eski Kaknem Karı değilmiş, onu terk eden Kaknem Karı'ymış. Ama bir ara o kadar mutluymuş ki o karıyla, o zamanlardaki halini seviyormuş. Dedim hala aşıksın sen bu orospuya. Orospu demedim tabii, şimdi ekledim. Of bu isimden nefret ediyorum ya, bir kere hayır görmedim ismi bu olan insandan.
Ne diyorduk, işte Jazz da benden kaçıyormuş zaman zaman çünkü Kaknem Karı'nın yerine geçmemi istemiyormuş. Dedim neyi yanlış yapıyorum bilader bi söyle de yapmayalım. Bak bak şimdi tribini siktiğimin cevabına bak, diyor ki sen bir şeyleri doğru yaptıkça kaçıyorum ben zaten. İki üç sene önce olsa seninle efsane sevgili olurduk. Bi siktir git lan götveren.
Ben seninle sevgili olmak istemiyorum ki; ara ara geleyim oyun oynayalım, dizi izleyelim, sevişelim, sarılıp uyuyalım istiyorum. BU SEVGİLİLİKSE BENİM ÖYLE SEVGİLİLİĞE KAFAM GİRSİN. Sevgililikten ben kaçıyorum asıl seni götveren ibne seven, biriyle sevgili olunca ya bunalıyorum ya aldatıyorum, bazı durumlarda ikisini birden yapıyorum. Kim demiş sevgili olalım diye. BENİ SEV İSTİYORUM SADECE.

Oh sinirlendim iyice. Kaknem Karı'yı istemiyor ama Skype durumunda binary'yle ikisinin adı yazıyor. Matematik sevmem ama binary'den anlarım....!
Sonuç olarak Jazz'la sevişmiyoruz. Muhabbet filan ediyoruz, resim yapıyoruz, oyun oynuyoruz. Bu kadar.
Aman be, düşünmeyeceğim bu sikiğin üstüne daha fazla. Zaten üç gün sonra İzmir'ime dönüyorum. Eylülde okul için geldiğimde burnundan getiririm bu herifin.

Hayır bi de gerçekten geri zekalıyım ki şefkat göstermek, mutlu etmek filan istiyorum bunu. Allah'ın bana "Bak ardında böyle insanlar bırakıyorsun," deme yolu sanırım bu.
Bak kıran döken değil de toplayan olmak nasılmış, gör Delilah.
Her neyse işte, canım acıyor ama geçecek. Hep geçer.

Gecenin Köründe Felsefi Şeyler

Kalabalık yapıyor diye tarih saat bilgisini kaldırmıştım kayıtlardan. Şu an saat 04.38 am. Ezan yeni bitti. Oda arkadaşlarımı uyandırmamak için dakikada bir kelime hızla yazıyorum.
Şimdi haddim olmayarak aldatma hakkında konuşacağım. Yok lan gayet de haddim bence, aldatıldım da aldattım da, ve dahi aldatıyorum da.

Jazz beni seviyor. Onun kafasında sevmek ve aşk farklı şeyler, aşık olmadığını iddia ediyor.
Hani malum üç sorusu var ya; bir HP iki retro oyun triviası. En fazla bir yapan olmuş, ondan çok hoşlanmış. İki yapanla çok ciddi düşünürmüş, nikahı basarmış. Üç yapan hayatının kadınıymış.
Ben üç yaptım lan.

Böyle deyince de matah bir şey sanmayın beni. Babamla sorunlarım var. Aslında bir sorunum var, adam götveren. Annemle birlikte benden de boşanmış zamanında. Aramaz sormaz, para gönderir. Bazen hayatıma burnunu sokup bok eder. Küçükken pek takmazdım bunu da büyüdükçe, belki de başka insanların babalarını yanlarında gördükçe, eksikliğini mi hisseder oldum, hiddetlenir mi oldum bilemiyorum. Duygularımı anlamlandırmakta da iyi değilim.
Kendi teşhisim, psikiyatrım da onaylar gibi yaptı, <tarzı bu, teşhislerini bulgularını benimle paylaşmaz hiç.> herkes beni sevsin hastalığından muzdaribim. Sevgiye ilgiye açım. <attention whore aka ilgi orrrrrospusu> Aklım çıkıyor şefkat görünce. Tanıdığım herkes sevsin azar azar sevsin. Kimse hayatının merkezine koymasın, Delilah'sız ölürüm demesin. Ama Delilah da kimmiş, sikerler de demesin. Hayatlarında olmaya devam etmemi istemelerine yetecek kadar sevsinler ve şefkat göstersinler. İnsanlar. Tanıdığım hemen herkes.
Bak burada da bitmiyor, biraz dengesiz bir mizacım var. Asabiyim. Bir kezban, bir prenses gibi kırılgan ve tripliyim ama tam aksiymişim gibi görünmek için elimden geleni yapıyorum. Malım çünkü aq. Ay ne diyordum, duygusal bir şeyler anlatıyordum.
Hah işte, biri beni hayatının merkezine koyunca kaçıyorum. Annem beni hayatının merkezine koydu, babam siktir olunca. Anneme karşı nasıl borçluyum. Ben mutluysam o da mutlu. Bu kadar. Eziliyorum bunun altında. Sanki hep mutlu olmalıyım. Sanki onun kafasındaki ideal evlat idesine cuk oturmalıyım.

Bir başkası daha beni hayatının merkezine koyunca devrelerim yanıyor. Kaldıramayıp kaçıyorum.
Luke'la da böyle oldu. Bana çok aşık, hayatı benim üzerime kurulu. Nefes alamıyorum. Boğuluyorum.
Bütün bunların yanında, en eski ve ilk arkadaşımı kaybettiğimden beri Luke bana ihtiyaç duyduğum şefkati diyeyim, gösteremiyor. Niyeti iyi tabii, ama yapamıyor. Tedavi edemiyor. Canın madem yanacak, şimdi ben yakayım ki seni seven birinin yanında yaşansın; direnç kazan böylece, gibi bir kafa. Kötüyüm diyorum, iyi olmak için hiçbir şey yapmayışımla başlayıp beni abartmakla suçlayarak kapatıyor. İlk arkadaşımı kaybettim lan, nasıl iyi olayım?

Velhasıl kelam Luke'a dair bir şeyler bozuk içimde.
Bir yerde okumuştum, kadın intikam almak için aldatır diyordu. Bunlardan dolayı Luke'tan intikam almaya mı çalışıyorum? Bu yüzden mi aldatıyorum onu? Geçen gün en çok bana güvendiğini söyledi, nasıl canım yandı. Diyemedim ki en az bana güven. Diyemedim özür dilerim, ben bir orospuyum.

Başka bir yerde okumuştum, insanlar özgür hissetmek için aldatır diyordu. Belki de bu yüzden aldatıyorum Luke'u. Benim mutluluğumun ona mutluluk getirmeyebileceğini görmek istiyorum, mutluluğumun bana ait olduğunu hissetmek istiyorum. Anneme değil. Luke'a değil.
Borçlu olmak istemiyorum belki.

Ayrılmaya cesaretim olmadığı için aldatıyorum biraz da. Ayrılsam o parçalanacak, ben bir arkadaş daha gömeceğim. Kaldıramam.

Bir de, bunu söylediğim için n'olur benden tiksinin, Jazz'la Luke birbirini tamamlıyor.
Jazz o sevgi nefret ilişkisi, pamuk ipliğine bağlı. Aşık değil ama seviyor. Gidebilir ama gitmeyecek. Sevişiyor ama çocuklarımı görmek istemiyor.
Luke o sakin liman. Ne zaman gidersem gideyim doyduğum ilgi alaka membağı. Yeni arkadaşlarım beni ekince arayıp ağladığım omuz.

Jazz metresim gibi. Luke gömleklerimi yıkayıp ütülüyor, yanağıma öpücük kondurup uğruna <yine onun desteğiyle> sabahladığım işime gönderiyor. Jazz da o büyük anlaşmayı bağladıktan sonra kutlama yaptığım, gömleğimde parfüm ve ruj bırakan o fettan.
Birine ağlamaya, birine gülmeye gidiyorum. Jazz'a mübah da Luke'a yaptıklarımdan dolayı yatacak yerim yok.
Üzgünüm, çok üzgünüm ama aynı zamanda aşağılık ve rezilim de.
Neden aldatıyorum diye düşünüp durdum ya, bu yüzden aldatıyorum işte. Ardında beni o kadar da korkunç göstermeyecek bir background hikayesi, bir travma, bir hafifletici unsur yok işte. Orospuluk amına koyayım.

Siz benim gibi olmayın.
İyi geceler.

Gelişine Saçmaladığım Bir Yazıymış.

Şimdi blogtoş, seninle şu sıralardaki en büyük acımı paylaşacağım: TEOMAN KİLO ALMIŞ. Böyle bira göbeği de değil, ki onu gerçekten severim, bildiğin kalınlaşmış. Geçen gün İTÜ'de konseri vardı, Luke ve lisedeki sınıf arkadaşlarıyla gittik. Ben manyak olduğum için en öne kadar götüm götüm yardırdık. Bis için tekrar çıktığında ukulele çaldı şapşik, elinde küçücük şeyle daha bile tombik göründü. Üzüldüm be.

Dad bod gibi de değil gibi de aslında. Yok lan kesin dad bod, zaten ciddi ciddi dad adam.

Yalnız tarihten büyük ihtimalle kaldım, linguistikten büyük ihtimalle kaldım; en büyük derdim Teoman'ın kilosu. Hakikaten o özendiğim, jelatini açılmamış kafaya ulaştım sanırım. Gıcır gıcır. Şey vardı bu tazrlı programda, soyadı cerrahlı olan bir kız. Bikbik konuşup tiz sesiyle kanser ediyordu insanı. Biz oda arkadaşlarımla bir gün çok bunalıp bu kızı stalkladık sağdan soldan. Bir yerde hayatındaki en büyük üzüntünün Amy Winehouse'un ölmesi olduğu yazıyordu. Allahım, ne sövmüştüm ya. Hani ağız dolusu sövmüştüm. Lan Emre Karayel'le çıkmışsın sen, <o stalk session'ında öğrendik bunu da> nasıl en büyük üzüntün bu olabilir amına koyayım?! Hem çok sinirlenip hem de çok özenmiştim, kafası ne güzeldir demiştim. Sanırım ona evriliyorum. Ay inş ince bacak da kafasıyla birlikte gelir ya.
Herneyse, gidiyorum. Esen kalın.

Kanamak ya da Kanayamamak

Ooo iffetsizlik taym. İki gece üst üste Jazz'da kaldım. İlki nasıl güzeldi, ay çok güzeldi. Sabaha karşı bir ara "Sevgilim," dedi, eridim. <panties dropped real quick real deep.> Ertesi gün de ağzıma sıçtı. Benim de asabım bozuldu.

Detay anlatasım yok ıssız blogcuğum, içim darlanıyor zira. Ama bir alıntıyı paylaşmam lazım konuya dair. Jazz'ın bu dengesizlikleri üstüne ben biricik sırdaşım, bff'im, kırdığım fındıkları bilen çikiletam Demon Hunter'ıma anlattım. Evet nickolatası bu aq. Herneyse, benim bebeyim Demon Hunter'ım dedi ki, Delilah'cığım dedi, bu çocuğun bi belinden aşağıdaki kafası senin işine yarar dedi. Çok komik laf değil mi ya. Ben aşırı güldüm. Favori laflarım arasına aldım hatta. Yazın bir kenara, benim gibi arkadaşlarınız varsa kullanırsınız. Mis.

Bir de nihayet regl oldum yaklaşık 5 dakika önce. Majezik attım bi tane, Apranax da incoming ama yüce Tanrım, acı çekmekten hiç bu kadar haz almamıştım. Ben regl günlerini takip etmeyen bir salak olduğum için hamile kalsam doğumda fark ederim, Jazz'la da duvardan duvara sevişirken korunmamak gibi bi sik kafalılık yaptık. Kaç gündür içim içimi yiyordu, şu an alnıma filan süresim var o derece mutluyum. Jazz'a da kafam girsin, gencim güzelim istediğimi sikerim.

Bir de ben bu blogu daha derli toplu düşünmüştüm, aklıma geleni yazıp çıkıyorum. Resmen unutmuşum nasıl yazılacağını. Zamanla açılırım herhalde. <pun pun pun>

Ergenlik Taym

Önceki yazıyı yazarken shuffle bana bunu dinletmeye karar verdi. Jazz'la bana gelsin. *random gülüş*

Lezbiyenler ve Eski Sevgililer

Şimdi size bomba awkwardlık anlatacağım. Hazır mıyız inin cinin top oynadığı blogum? HAZIR MIYIZ?

Jazz'la takılıyoruz, Luke'la da ayrılamadım henüz.
Jazz'ın kankası var, kulüpten yine, adı Hilmicem olsun. <survivordakiyle de alakası yok hiç ama suratına bakınca içimden hilmicem diye bağırmak geliyor. hilmi cem değil, hilmicem.>
Onun bir eski sevgilisi var, benim gibi İzmirli. Çok güzel bir kız. Böyle çöp gibi, sinsi sıska bir şey değil; ele geliyor ama şişman da değil. Sarışın, memeli, eğlenceli bir hanım. Scarlett diyeceğim, çünkü Johansson'ı andırıyor biraz. <o da kulüpten pek tabii. olm ne kulüpmüş beya.>
Jazz bir ara bu kızla tek gecelik bir şey yaşamış, hiç ama hiç memnun kalmamış. Quote etmek gerekirse: "Kıyafetler çıktıktan sonra ayıp olmasın diye seviştim. Sonra da çükümü kesmek istedim."
Dün kulübün bir etkinliği vardı, standda durmak için üç beş kişi gittik. Scarlett'la öncesinde aşırı muhabbetimiz yoktu ama işte dün bu vesileyle bir kaynaştık. Cidden eğlenceli biri.
Yalnız standa gelen giden yok, hava gavur amı gibi alev alev, hemen arkamızda "Ak ak ak yürekler, yeniğ yeniğ yeniğ Türkiyeğ" diye haykıran seçim arabası. Hani bir kalabalık olsa orada belki dekor olarak işe yararız bir hoş kız bir de tuhaf renkte saçlı kız olarak ama o da yok. Oturuyoruz, sıkıntıdan tümör filan çıkartıyoruz. <ay allah korusun.>
Kulüpteki beylerden biri bir film anlatmaya başladı, sıkıntıdan boş yapıyoruz ya. Duke of Burgundy diye bir festival filmi. <izleyin, çok güzel.> Dedi ki filmde her şey kadın, böcekler bile. Seks varmış ama yokmuş, kadınlar arasında bir elektrik bir sorun varmış ama anlaşılmıyormuş, pasif agresif ruh hastalıkları varmış. Biz merak ettik. Telefondan da fragmanını izleyip beğendik. Dedik atlayıp gidelim, Sİ-KER-LER STANDINI DA SEÇİM ARABASINI DA.
Atlatık minibüse gittik. Film bir hayli lezbiyenli bu arada, Scarlett da ben de biseksüeliz. Aynı elemanla sevişmişliğimiz var ama Scarlett bunu bilmiyor. Göt kadar salonda 4 kadın var, ikisi biz ikisi de çok çok bariz bir çift. Film inanılmaz hızlı akmadığı için aralarda sıkılıp elleşiyorlar, yiyişiyorlar filan.
İşte acayipliğin rüzgar olup suratımıza çarptığı bu ortamda filmi izledik. Bu arada film gayet anlaşılır ve hiç de sıkıcı değil; haksız ve aptalsın kulüpteki çocuk. <tek kusuru, filmden çıktıktan sonra östrojenden başımın dönmesiydi. ki bunda sadece filmin değil salondaki ablaların da etkisi olduğuna emin gibiyim.>
Oradan çıktık, ben bu mevsimde İstanbul'da şort giyilmeyeceğini tecrübe etttim, evlere dağıldık.

Akşama da kulüp etkinliği olarak başka bir filme gideceğiz. Aradaki iki saatte yemek yiyip uyudum, kıçıma düzgün bir pantolon giyip ekiple metroda buluştum. Atladık gittik sinemaya. O film de aşırı güzeldi, Mad Max. Onu da izleyin, hatta Duke of Burgundy'yi torrentten indirin ama bunu sinemada devasa ekranda izleyin. Of çogzeldi.
Ondan çıkınca hepimiz bir gaza geldik. Bağıra çağıra koşmak filan istedik. Her nasılsa Scarlett, Jazz ve ben bir grup olarak yürüyüp muhabbet etmeye başladık, amanın ben çok tuhaf hissettim.
Sonra filmin verdiği "Her şeyi yaparım ben yeaaa hell yes fuck this shit helllaaaa" gazıyla Luke'u aramaya karar verdim ayrılalım diye.
Jazz ve birkaç kişi evlerine gittiler, kalanlarla da HP partisinin olduğu mekana gidip içeceğiz. Onlar içecek, ben de uslu uslu oturacağım esasen, çünkü siktiğimin antidepresanları.
Yolda onlardan biraz geride kaldım, dedim az sonra oradayım. Çöktüm kaldırımın kenarına, Luke'u aradım. Radyo programına 20 dakika filan varmış, tabii ki ayrılamadım. Kafamı sikeyim, şu ara hep unutuyorum çocuğun programını. Gerçi şu ara ona karşı yaptığım tek hayvanlık da bu değil ya, neyse.
Kendimi leş gibi hissettim, oturup kaldım orada. Bir anda bütün enerjim çekildi, parmağımı oynatacak halim kalmadı. Karşımdaki marketin karpuzlarını saymaya başladım, kulüpten Scarlett'ın bir başka eskisi geldi yanıma çöktü. Muhabbet etmeye başladık. "Sen her şeyi çok takıyorsun aga," ayarında tespitler havada uçuştu. Sağ olsun o da kendince beni neşelendirmeye çalışıyor. Dedim benim mekana gitmem lazım şunlar bunlar orada, gelir misin. Hık mık dedi sonra gelmeye karar verdi.
Gelir gelmez Scarlett'la tartıştılar ve gitti. Sonra herkes bana bunu niye getirdin muhabbeti yaptı. Ben de karşılaşmamızı anlattım. Nasıl karşılaştınız, az önce buradaydın sorularından sonra ayrılma teşebbüsümü anlatmak zorunda kaldım.
Grupta Jazz'ın ve Hilmicem'in kanka grubundan biri daha var, hemen karşımda, masa göt kadar olduğu için de neredeyse yanımda oturuyor. Oreo gibi çocuk, adı Oreo olsun. Bizim liseden iki üst dönem, o yüzden ayrı bir muhabbetimiz var. O biraz moralimi yükseltti, "Bıçaklayıp acı çektirme, haaaarş diye kes kafasını," filan. <filmden sonra hepimiz bir metal olduk.>
Bir de bizim Jazz'la metresliğimiz mi diyeyim, fakbadiliğimiz mi diyeyim, seksgililiğimiz diyeyim, onu bilen üç beş kişiden biri.
Ben sıkıntıdan kenidmi binge eating'e verdim, bir dünya yemek yığdırdım masaya. Onlar gelene kadar da gazozumun limonlarını ve masayı kemirdim, beni sakinleştirip oyaladı. Kendi meselelerini anlattı, mutluyum ya bu ara filan dedi. "Bir daha söyle, bir daha söyle, mutluyum de," diye kafayı yedim ben biraz. Mutlu insana hasretim anam, herkes dertli. Kıyamam Oreo'ma, nasıl neşelendirdi ama beni.
Onunla eğlendik velhasılı kelam, oradan kulübe indik. Scarlett, Oreo, ben <ya bu isimleri oradan buradan üfürüyorum ya yemin ederim çok cins bir kalabalık oluyoruz.> pencereden girdik, o tarz aksiyonlar. Az takılıp yurda döndüm, yarın teslim etmem gereken ve hâlâ ama hâlâ arsızca başlamadığım ödevim için bir saat kadar takıldık Memoş'un da arkadaşı olan über tatlı gay kankamla. Onun adı ne olsun, onu çok seviyorum, burada bahsedecek kadar muhabbetimiz olsun istiyorum; Lars olsun. Çok melankolik bir bey, Von Trier gibi ama sapık değil. Sapıksa da belli etmiyor.
Onunla oturduk, ben odaklanamadım, dağıldık. Hâlâ ödevi yapmaya davet ediyor beni, onunla ya da onsuz, ama benim canım o kadar istemiyor ki anlatamam.
Anlatırım. O kadar istemiyor ki arka arkaya iki blog kaydı girdim.

Böyleyken böyle. Hilmicem tatile gidiyormuş, bu vesileyle Jazzlar toplanıp içecekmiş. Jazz beni +1'i yaptı, gece de onda kalacağım. <ehehehe> Kendime H&M'den güzelli pijama ve Watsons'tan jilet alayım diye buralara geldim. Alışverişimi yapıp bağımsız bloggerların imal edildiği ve dünyaya dağıtıldığı ulu Starbucks'lardan birine çöküp şu son iki yazıyı yazdım.
Biraz daha takılır oradan da yurda geçerim herhalde. Duş & kaymak gibi olma & oje sürme & ödev yapma beni bekler. Sonra da Jazz'ı göreceğim, etrafta başkaları olmadığı için samimi bile oluruz. O kadar güzel kokuyor ki. Bir de hoş ya, ne bileyim beni sırtına alıp inanılmaz uzun mesafeler gidebiliyor. <luke'u da ben taşıyabiliyorum.................>
Bu taşıma muhabbeti de, HP partisinin olduğu gün aynı anda alohomora dedik ve ben Jazz'ı jinxledim. Uzun bir süre perişan oldu, sonra da beni Hilmicemlere kadar sırtında taşımayı vaad ettiği için jinxini kaldırdım. Hakikaten de taşıdı, yol da yokuş ve uzundu. Çok güzeldi be.
Calm down lady parts, ne bu hal. Yamyaş oldu blog yemin ederim.

Haydi ben kaçıyorum. Okurum varmış gibi davranıp görüşürüz diyeceğim, öpücükler.
Seksli günler, geceler.

Delilah: Kaşarlık Tam Gaz

An itibariyle bir Starbucks'a oturdum, mugda nane çayımı aldım, bloglamaya inanılmaz hazırım. Kırmızı rujum ve saçma renkte ojem dahi tamam, gerçek bir blogger gibi hissediyorum.
En son hangi kaşarlığımı yazmışım hatırlamıyorum, bir bakmam lazım. 

Kâmil işi yalan beya. Son konuşmamızı da çok dramatik anlatmışım ama onun üstüne hiç konuşmadık. Twitterdan takipleşiyoruz ya, bir tiksindim açıkçası. Sosyal medya çok fena bir şey.
Her şeyden önce dahi anlamındaki de'yi birleşik, hâl eki olan -de'yi ayrı yazıyor. Otuz yaşındasın be adam, dolu dolu otuz yaşındasın amına koyayım. Bir de kendini okur yazar takımından sayıyorsun, haydi senin güzel sakalın için üç türlü -ki'den geçtim ama bari de/-de ayrımını bil be.
Bir de nasıl ergen tivitler. Tanrım, nasıl ergen ama. Ben bu beyi beğenmiştim çünkü otuz yaşında, hani olgundur, he must have gotten his shit together vesaire. <ingilizce eğitim veren okulda okuyorum, herkes bilsin.> Lakin ki öyle değilmiş, içi benimle aynı yaştaymış.

Biz Luke'la sevişemiyoruz.<ansız erotizm. şaşırdın mı hehe.> Önceleri yeni başladığım antidepresandan sandım, çünkü libidonun anasını ağlatıyor efendim. İnsan kendini panda gibi hissediyor.
Sonra sonra baktım ki başka beylere karşı boş değilim. Sorun Luke'taymış. Bebeğim gibi, ama biriyle bu kadar uzun süre arkadaş kalınca tuhaf bir şekilde cinsiyetsizleşiyor. İnsanın duvardan duvara sevişesi hiç kalmıyor, omzuna başını koysun Perks of Being a Wallflower izlesin, yan yana oturup bağıra çağıra dota oynasın istiyor. Luke'la da bu oldu sanırım.
Geçen bir ara denedik bu seks işini. Kıyamam, paraya kıydı aşırı güzelli otele götürdü. Deniz manzaralı jakuzisi vardı odanın, o kadar. <bir çimemedik yalnız o güzelli jakuzide de. üzdü.>
O gün benim için nasıl leş gibi geçmişti anlatamam. 
Geçenlerde en eski ve en yakın arkadaşımı trafik kazasında kaybettim. Sözkonusu otelli gün de sınavdan çıktım, mühendisliğin oradaki yükseltiye tünedim, Luke'la konuşuyorum. Önümde trafik kazası oldu. Adamcağızın biri bisikletinden inanılmaz fena yuvarlandı. Müdahale etmeler, iç kanamalar, aşırı kan kaybından şoklar şeyler. Hoş değildi.
Sonrasında nasıl fena oldum. Adamı bilinci açık gönderdik. Bir an ağzından köpük çıkartarak kasılıyordu, nefes alamıyordu, göz bebekleri iğne ucu gibi; sonraki an nefesi nabzı yerinde, adını yaşını söyleyebiliyor. Annemin ve diğer insanların neden doktor olmak istediğini anladım yemin ederim, insanın aynı anda bağıra çağıra şarkı söyleyesi ve dizlerini karnına çekip sarsıla sarsıla ağlayası geliyor.
Sonra yurda gidip ellerimdeki kanı temizledim, yorganı tepeme çekip Luke gelene kadar sarsıla sarsıla ağladım. Luke gelince biraz okulda takılıp otele gittik, çünkü ben o geceyi yalnız geçirebileceğime inanmadım. İstediğim şey Luke'a sarılıp ağlamadan uyumaktı ama öyle olmadı. Kıyafetler çıktı vesaire, ama ben mutlu sona eremedim. Her şeyden önce leş gibiydim, sonrasında Luke'un yerinde Kâmil olsa nasıl hissedeceğimi düşünüp duruyordum.

Onun üstüne bir daha da sevişmeyi denemedik, deneyelim de istemiyorum.
Her neyse, o günden çok az sonra Kâmil'den tiksindim. Dediğim gibi, twitter bela bir şey.

Sonra Başka biriyle tanıştım. Kulüpten. Ortak noktamız var bir hayli, muhabbeti çok güzel. Aşırı benim tipim. <çevirmenliğe de anlatım bozukluğuna da kafam girsin, çok gizli blogumda da istediğim gibi yazamayacaksam yere batsın siktiğimin türkçesi. oh.> Sarışın, hafif kaslı, gözleri muhteşem güzel. Açık açık yeşil, glasz'la yeşil arası bir renk. Hafif sakallı.
Aramızda beş yaş filan olduğu için kanka kanka takılıyorduk. Bir de ben elemanı gay sandım. <gaydarım yemin ederim ki dünyanın en bozuk gaydarı. kaç aylık proje partnerimi straight sanıyordum, muhabbeti geçince söyledim, herkes götüyle güldü.> Hatta telefon numaramı alırken "Seninle bff filan oluyoruz çok fena," diyerek aldı, kıyafetleri de güzeldi, ne bileyim ya -_-

Azıcık konuştuk ettik, sağlam HP fanı. Hayallerinin kızı için 3 soruluk sınavı var. <evet, o tiplerden...> Ben üçünü de bildim, aramızdaki kankalık muhabbeti bir tuhaf oldu.
Biz tanıştıktan üç dört gün sonra okulun yakınındaki bir mekanda HP temalı bir parti vardı, oraya çağırdı. Ben de o çağırdığı için gitmişim gibi yaptım, aslında her türlü bir uğrayacaktım çünkü mekan yeni açıldı ve tanıtımını yapan ekibin grafik işleriyle ben uğraşıyorum. <havam batsın amına koyayım.> 
Parti iğrençti, kulübün eski ve taşaklı üyelerinden birinin evine geçiyorlardı. Beni de davet ettiler. <bu büyük bir olay. mafyada iki basamak birden atlamak gibi. içimden dans filan ettim, o derece.> Tabii ki gittim, eleman olmasa da giderdim. Resmen saygınlık pointi kazandım hani.
Sonra oradan birlikte çıktık, beni yurda bırakacaktı. Saat de geç değil aslında, bir buçuk civarı. Ev de okula ve tabii ki yurda uzak değil. Kendim de gidebilirim pekala ama muhabbet sohbet olsun diye itiraz etmedim.
Beni değişikli yollardan götürdü, "Aaaa burası aynı Hogwarts," diye diye yürüdük. Bir noktada kampüse geldik, oturalım dedik. Sabahın yedisine kadar oturmuşuz.
Kedili bir not defteri var, onu verdi bana. Benim de boynumda zaman döndürücü kolyesi vardı, onu verdim. <meğer böyle yapmam anlamsız bir romantizm katmış olaya, sonradan öyle dedi. ama biri sana durduk yere bir şey hediye ederse sen de karşılığında bir şey verirsin, BENİM KÖKLÜ ÇERKES KÜLTÜRÜMDE BÖYLE. çok yaşa yeşil zemin üzerine sarı üç ok on iki yıldız. heyyo.>
Beni yurda bıraktı, ayrılırken sarıldık. Ben uzun uzun sarılmak istedim. Benim zayıf noktam bu zaten, şefkat. Ama awkward olur diye kısa kestim. 
Vedalaştık, ayrıldık.

Ertesi gün gecenin 2sinde buluştuk, dışarda üşüdük. "Gel bize, Jazz Jackrabbit oynarız," dedi. <sınav sorularından biri buydu bu arada.> Ben de, inanılmaz kankayız ya, tamam dedim. Gittik.
Hakikaten de oyun oynadık. Sonra uykumuz geldi, öğrenci evi şartları, aynı yatağa sığıştık.
Sarıldık ettik, ama konuşmaktan uyumuyoruz. Daha da sarılıyoruz vesaire.
Ben aşırı direndim, irademi nasıl zorladım. Ama öpüştük. Azıcık da seks oldu. Salağım çünkü, ve gerçekten ama gerçekten yolluyum. Luke'u zerrece hak etmiyorum.

Sonra ben ertesi günkü bütün derslerimi kaçırdım, 4teki finalime de zerrece çalışmadan girdim. Ama üstümde kokusu var, nasıl güzel. Odaklanamıyorum sınava hiç. Dört saatlik finalden bir saat kırk dakikada çıktım sonra. Eminim çok fena sıçtım. Hak ediyorum, beter olayım.

Onun üstüne bir gece daha birlikte kaldık.
Luke'la buluşmalarımızda hiç yapış yapış değildik zaten nicedir ama bu olaylar üstüne kardeş gibi olduk iyice. İstemiyorum hiç sarılsın etsin.

Öyle işte. Şimdilik bu kadarını anlatacağım. Daha inanılmaz awkward hikayeler var ama bu yazı burada bitsin.
Yeni metresimin adı da Jazz olsun.

Ayıp Sana Coelho

Delilah da ölmek istiyor ama kimse bunun hakkında bir kitap yazmıyor.

Bugün dağıldım, parçalandım, anlamsızca ağlamaya başladım. Luke'u aradım. Konuştuk. <itiraf: kâmil'i aramak istedim. realite: aramamalıydım. sonuç: luke. özür dilerim luke. affet beni luke.> Çalışmak istemiyorum diye ağladım bir fasıl. <yarın sınavım var. mental breakdownla bir buçuk saat kaybettim, buraya da ikinci yazımı yazıyorum. bravo bana.> Beni çalışmaya ikna etmek için uğraştı bir hayli. Bir noktada hayaller, umutlar, çalışmak, çabalamak anahtar kelimelerini kullandı. Kişisel gelişim kitabı pozitifliğinin üzerimde işe yarayacağını düşünmesi naif mi aptal mı bilemiyorum. Dedi ki, "Yirmi sene sonra kendini nerede görmek istiyorsun?"
Yirmi sene sonra ölmüş olmak istiyorum. Ağzımdan aktı, gitti. Tutamadım. Düşünmedim.

Hayatımın gerçekten kötü zamanları oldu, ama hiçbirinde ölüp gitmeyi istememiştim.
Şimdi ilk defa hayatımı adam etmek için bu kadar uğraşıyorum ve açık konuşayım, dibe sağlam vurdum. Bu yüzden mi ölüp gitmek istiyorum, yoksa çocukluk arkadaşımın gidişini kabullenebilmek için mi ölümü kurtuluşla eşledim; bilmiyorum.

Tatil için eve dönüyordum. Valizimle metrodaydım, havaalanı yolunda. Tren perona yaklaşırken küçük bir rüzgâr çıkıverir ya, işte o beni raylara itiverdi. Ya da o aptal raylar beni kendine çekiverdi. Peron çok kalabalıktı, bu kadar insanın hayatını böyle bir anıyla sikemezdim. En yakınımdaki direği yakaladım, valizi önüme siper ettim. Tren durunca, inecek herkes inince hareket etmeye cesaret edebildim.
Eve gidince bunu kara kaplı not defterime yazdım.
Tatilin bitmesine yakın da "Ben ölünce arkamdan üzülmesinler, kurtuldu desinler." yazmışım.
Şimdi de Luke'a söyleyiverdiğim o şey.

Bir gün ölüp gideceğim ve güzel olacak diye düşünüyordum. Şimdiyse o günü bekliyorum.Yirmi yıl sonrasına dair hiçbir şey beni heyecanlandırmıyor. Şu ana ve şu yere sıkıştığımı hissediyorum. Yarını beklemektense şu anı yaşamayı bırakmak istiyorum.

Kendimi öldüreceğimden değil. Kötüsünden de olsa Müslümanım neticede.Kendimi öldürmek istemiyorum ve bundan korkuyorum. Yarından sonra psikiyatrımla randevum var. Onunla konuşayım diye düşündüm, Ama ne kadar ciddiye alacağını bilmiyorum.
Kâmil'le konuşmak istiyorum. Kâmil'e sarılıp ağlamak istiyorum. Saçları var ya, yumuşacıktı.
Of. Tanrım bana güç ver. Adım atmak için ya da adam olmak için.




I can't help it
It's this hopeless itch
.
.
I just
Wanna be evil

Olaylar

Bir ben giriyorum ya buraya, yine de sanki birileri okuyormuş gibi düşünmek güzel. Neler oldu bakalım son birkaç günde.

Kâmil, Luke'la ayrıldık sanıyormuş. Dedim ki öyle değil o iş. Keşke öyle olsa. Ben yenilerde çocukluk arkadaşımı kaybettim. Luke'u, lise arkadaşımı da kaybetmekten deliler gibi korkuyorum.
Kâmil'i çağırdım, konuştuk. Anlattım. Bir ara ağlamaya başlamışım, peçete uzattı. Utandım.
Derken Luke aradı. Geliyormuş, konuşacakmışız. Ne olduğunu da söylemiyor. Tutuştum. Ben çocukluk arkadaşımın haberini de böyle aldım, Luke yolda, ne olduğunu söylemiyor, geliyorum diyor, konuşacağız diyor.
Oturduk, konuştuk. O gelene kadar ben akıl sağlığımdan oldum tabii. Şimdiye kadar ne biriktirmişim içimde, yığdım bir bir Luke'un önüne.
Konuştuk, konuştuk, ben konuştukça Luke eriyordu. Canı çekiliyordu sanki içinden. Yapamadım. Seviyorum onu. Üzülmesine dayanamıyorum. Ayrılamadım.
Kâmil'i düşündükçe ayrılmak istiyorum, gözümün önündeki haline baktıkça bağrıma basmak istiyorum. Tabii ki kaldıramadım böyle bir gerginliği, anksiyetem var benim ki.
Dağıldım. Çok inanılmaz dağıldım ama. Luke yurda bıraktı, oda arkadaşım merdivenden çıkartıp yatağıma yatırdı.

Kâmil aradı, konuştuk. Ağladım konuşurken, çok ağladım ama hiç belli etmedim. Edemezdim de. Defalarca özür diledim. Konuşmuyoruz üç gündür. Üç koca gündür. Ama her anında aklımda. Özlüyorum, kızıyorum, sarılıyorum, çok fena pataklıyorum kafamda.
Bugün telefonuma bildirim geldi, Kâmil'in Skype'tan eklediğine dair. Tarihini seçemedim, üç gün öncesini mi bugünü mü gösteriyor anlayamadım. Bilgisayardan gireyim dedim, oradan da göremedim. Ben de onu ekledim tabii ki, rezil biriyim çünkü, en küçük ihtimale tutunmaya teşneyim.
Derken Skype'tan Luke'un arkadaşının arkadaşı, zamanında first kiss'imi almaya inanılmaz yaklaşmış Yedi diyelim bir eleman yazdı. Bir sene olmuştur konuşmayalı. Ne yaptın ne ettin ehe görüşürüz tadında üç beş mesaj attık. Bunun da bir olayı yok aslında. Neden anlatıyorum bilmiyorum, anlatıyorum işte. Yarınki sınavıma çalışmayayım diye herhalde. Sınavdan sınava buraya geliyorum.

Yeniden Bir Boklar Yiyorum

Dün Luke'la buluştuk. Kaçtım yanından adeta. Cidden, 3 saat ancak takılmışızdır. İncittiğim belimi bahane edip kaçtım, duramadım. Erkenden yattım, Kâmil'i düşünüp durdum.

Sabah da ciddi bir ibnelik yapıp aradım, kırk dakika konuşmuşuz. Havadan sudan, ottan çöpten. Ama yine nasıl şefkat dolu. Buna bir direnç geliştirsem keşke. Sonra Luke'u aramadığım aklıma geldi, bütün bir gün mesajlaşmamışız bile. Aradım, on dakika filan konuştuk. Sesini duymak neşelendiriyor, ama heyecanlandırmıyor. Nasıl rezil bir insan oldum ben böyle.

Şimdi saat 3.24 am, yarınki sınavıma çalışmam lazım yoksa fena sıçacağım. Ve dahi Kâmil'le snapleşmeyi bırakmam lazım, çünkü bu ne kadar neşelendirse de yanlış. Evet, kendi kendine mırıldanan egomu ve sikik id'imi dinlediniz. İyakşamlar.

Kaşarım Hamına

Hanidir böyle gizli kapaklı işlere bulaşmıyordum, iyi oldu.
Günah çıkartma yerim ilan ediyorum burayı. Yaptığım bütün kancıklıkları gelip anlatacağım.
İhtiyacım var buna, çünkü artık büyük batıyorum ve yanımdakilere anlatamıyorum. Yazmak rahatlatırdı eskiden, belki yine rahatlatır.

Başlamalı bir şekilde. İnsanlara da isim bulmak lazım, yazdıkça gelir dedim.

Esas dert tabii ki gönül işleri şu an. Bir sevgilim var. Yaklaşık beş senedir tanışıyoruz, en yakın arkadaşım. Ona karşı hislerim hep oldu, hep çok güzel bastırdım. Çünkü kendimi biliyorum ya, en yakın arkadaşımı üzmek istemedim. Hatta ötesi, onu da kaybetmek istemedim. Bencillik var ya serde.
Derken 7 ay filan önce ben bir bok yedim, ayık kafayla öptüm çocuğu. Gerisi de geldi tabii, başladık çıkmaya. Seviyorum aptal herifi, ama sadece arkadaşım olduğu zamanları özlüyorum.

Şimdiye kadarki en düzgün, yolunda giden ilişkilerim olgun heriflerle oldu hep. Böyle içi 45 yaşında tipler. Benden önce bir sürü kadınla bir sürü şey yaşamış, nerede asıl davranacağını bilen vesaire.
Ne diyelim, Luke diyelim sevgilim beye, öyle değil işte. İlk ciddi ilişkisi şu andaki, zaten gönül işlerinden bağımsız olarak da nerede nasıl davranacağını çok iyi bilmez. Tüm bunların yanında ben hayatımın gerçekten tuhaf bir dönemindeyim <buralar hep fight club göndermeleri>. Sabahları yataktan kalkmakta zorlanıyorum. Luke da çok, çok, çok kötü beni bu durumlarda idare etmekte. Efsane kötü. Niyeti eminim ki iyi, ama beceremiyor işte. Yanında nefesim kesilene kadar ağlamama engel olsa mesela, o bile yeterdi. Her neyse, bu başka bir drama. <her neyse dedikçe redd çalıyor. sezgi mengi ne taş herif be.>

İleride daha da dökülürüm Luke hakkında, şimdi başka birini anlatacağım. Bu blogun açılma sebeplerinden birini. Öyle çabucak da gelmiyor bir isim ama bakalım, yazdıkça çıkar herhalde.
Bir etkinliğimsi şeyde tanıştık. O geldi tanıştı esasen. Benden hoşlanmış etmiş.

Masada frp ekibiyle otururken yanımızda dikilip arada gülümserken fark etmiştim ilk, uzun süre durdu yanımızda. Derken gm'le ben bir şekilde oldubittiye getirdik oyunu, yarıda bıraktık. <masada dünyanın en epik trollerinden biri vardı zira. hatırladıkça içim sıkışıyor.>
Sonra bir kutu oyunu oynamaya oturduk, her nasılsa yanıma oturdu. Tesadüf mü, bilemiyorum. Sorayım hatta bir ara, neden olmasın. Sıçıyorum zaten yeterince.
Ne diyorduk, birlikte oyun oynadık. Oturduğumuz yer biraz dardı; dedim ben çok sakarım, kesin dirsek filan atarım, dikkat et. Güldü, önemli değil tadında bir şeyler dedi. Güneş de tam suratına geliyor, hiçbir şey göremiyor. Çok stratejik bir şekilde oturdum ben nihayetinde, güneşi keseyim diye. Ama durup durup çantamdan ataş <bunu hep ataç olarak yazmak istiyorum.> almaya gittiğim için <elimde büküp büküp kırıyordum, ne zevkli şey.> elli kere yerinden kaldırdım adamı, ay hiç de şikayet etmedi. Oyunda da efsanevi bir kazık attım, buna rağmen kazanamadım. *üzgün surat*
Oyun sırasında aramızda 11 yaş olduğunu öğrendim, ben şok ben iptal.
Tam da düzgün yazacağım, içimdeki ergen böyle şeyler saçmalıyor. Kimsenin kim olduğuma dair fikri olmadığına, hatta hiç okurum olmadığına göre istediğim kadar saçmalayabilirim bence.

Nerede kalmıştım, oyun. Sonra pek muhabbetimiz olmadı, etkinliğin ertesi günü geldi, koşuşturmacalar şeyler. Tabii afterparty yapacaktık, deli misin. Ama mekan nasıl leş bir club, içeri adım atar atmaz gözlerinin eriyip aktığını hissediyor insan. Öyle saçma bir kopkop ışıklandırması. Müzik de çirkin.
Ama bir Delilah klasiği, vodka şişesinin yarısından fazlasını dikip hızlıca güzel olmak.
Başka türlü ortama dayanılmaz, arkadaşlarla eğlenmek de istiyorum hani. Bir de önceden ufak mazimiz olan, bundan böyle Memoş olarak anacağım herif var. Memeden geliyor ismi, Mehmet'ten filan değil. Bir iki ay önce ufak bir mazimiz oldu, ama çok ısrarcı ve korkutucu ve memeliydi. Ayrıca tipim de değildi. Bir ara anlatırım, ben de sütten çıkmış ak kaşık değilim; az biraz sıçtım çocukcağızın ağzına.
İşte bu Memoş da partideydi ve bana bunaltılar basıyordu, kafam bir dünya olmadan çekemezdim. Lakin ki çakır keyiflik götü başı ayrı oynatmayı da beraberinde getiriyor. Partideki herkesle, ama herkesle dans ettim. Az önce bahsettiğim ve henüz isim bulamadığım bey de dahil olmak üzere. Ya ne olsun ki adı, düşüneyim az. Kâmil olsun. Çok da cuk oturmadı ama olduğu kadar. <3.ye isim editledikten sonra: kâmil cuk oturdu, sakiniz.>
Hah işte Kâmil bey açıldı etti bana. Ay ne bileyim, bir şey var adamda. Belki de sırf yaşlı olduğu için, malum daddy issues. Belki de Death Gate heptalojisini bildiği için, ya da kedilerinin ismi için. Henüz çözemedim. Ama nasıl kibar, ben eriyip bitiyorum ki kibarlığa.
Konuştuk biraz, güzel de gidiyordu muhabbet, dedim sevgilim var diye halbuki. Memoş geldi, ortamı sikti attı "Delilah gel buraya, konuşmamız lazım." diye diye. Konuşmayacağız birader, konuşmayacağız işte. Bir git işine.

Ama gitmedi. Onun yerine ben mekandan erken ayrılmak zorunda kaldım, olay çıksın ve henüz yeni tanıştığım kulüp insanları benden nefret etsin istemiyordum zira. Ki kulüp insanları benden önce Memoş'la tanıştıkları için böyle bir durumda günah keçisi pis kaşar ben olurdum diye düşünüyorum.
Kâmil'le da twitter hesaplarımızı alıp verdik, numaramı vermek uygunsuz olurdu diye.

Ertesi gün takipleştik, ya nasıl tatlı mesaj atmış anlatamam. Kopyalayıp na buraya yapıştırasım var ama ay biri bulur paranoyamdan dolayı her şeyi böylesine flu anlattığım bloga adamın mesajlarını yapıştırmak da artık benim için bile ahmaklık olur.
Sonra benim azıcık dibim düştü. Kibarlık ve şefkat gerçekten benim yumuşak karnım.
Numaramı verim, bir de kahve sözü verdim. Araya bahar tatili girdi, eve gittim geldim. Geldiğim gün buluştuk, neden, KAŞARIM HAMINA.
12 saatten fazla vakit geçirdik beraber. O güne kadar benim için çözülecek bir gizemdi, o günden beri bir arzu haline geldi. Ben akıllanmıyorum, gerçekten akıllanmıyorum.

Önce oturduk çay kahve içtik, sonra yemek yiyelim dedik, bir fasıl takılacak sakin bar aradık, sonra her yer kapanınca bizim kampüse geldik, manzaralı banklara çöktük. Ay ne tatlıydı, ceketini dizlerime örttü üşümeyeyim diye. Ki üşüdüğüme dair bir şey de söylememiştim.
Sonra beni yurda bırakmakta ısrar etti, yurdun önünde ayrılmadan önce sarıldığımızda iş biraz boka sardı. Oraya kadar hoş bir mesafe tutturmuştuk ne güzel, ama orada bir şeyler oldu.
Ben dayanamıyorum sevgiye şefkate, yemin ederim bir sorunum var. Psikiyatrıma anlatayım diyorum ama uyuz herif ağzını açıp tek kelime etmiyor ben dünyaları anlattıkça.
Sarılınca bir gevşedim ben, bir yumuşadım. Üç doz Xanax almışım gibiydi, bulutların üstünde pembe filler dans ediyordu. Bırakamadım adamı, onun da bırakası yoktu sanırım ki uzun uzun, uzuuuun uzun sarıldık. Sonra ben parmak ucunda durmaktan yoruldum, sendeledim. Kısayım da, ciddi kısayım hem de.
Gel dedi, oturalım. Bu sefer de yurdun oradaki banklara oturduk, sarıldı. Yüzümde öpülmedik yer bırakmadı.
Bir kısım adamlar öperken az sonra sikeceğim diye öper hani, rahatsız olursun anlamsızca. Öyle değildi, pür sevgiyle öpüyordu. Ne tatlıydı. Öpüşmedik yalnız, o benim yanağımı, gözümü filan öptü.
Bir ara dedi ki, "Sen söyleyemiyorsun ama ben anlıyorum. Konuşmasan da olur, her şeyi söze dökmeye gerek yok." Bu kadar çirkin demedi ya da o an bana çok şairane geldi, bilemiyorum.

Sonra gün ağardı. Ciddi söylüyorum, sabah ezanı filan okundu. Ayrıldık. Çok zordu be. Dedim ki ben seni aramadan ulaşmaya çalışma bana.
Öyle işte, şimdilik bu kadar. Yeni kaşarlıklar yaptıkça anlatırım. Umarım Luke'u üzmem. Düşündükçe içim sıkışıyor.

Bugünlük bu kadar. Siz benim gibi dengesizlikler yapmayın.

Lorem Ipsum

Lorem ipsum dolor sit amet.