Şimdi size bomba awkwardlık anlatacağım. Hazır mıyız inin cinin top oynadığı blogum? HAZIR MIYIZ?
Jazz'la takılıyoruz, Luke'la da ayrılamadım henüz.
Jazz'ın kankası var, kulüpten yine, adı Hilmicem olsun. <survivordakiyle de alakası yok hiç ama suratına bakınca içimden hilmicem diye bağırmak geliyor. hilmi cem değil, hilmicem.>
Onun bir eski sevgilisi var, benim gibi İzmirli. Çok güzel bir kız. Böyle çöp gibi, sinsi sıska bir şey değil; ele geliyor ama şişman da değil. Sarışın, memeli, eğlenceli bir hanım. Scarlett diyeceğim, çünkü Johansson'ı andırıyor biraz. <o da kulüpten pek tabii. olm ne kulüpmüş beya.>
Jazz bir ara bu kızla tek gecelik bir şey yaşamış, hiç ama hiç memnun kalmamış. Quote etmek gerekirse: "Kıyafetler çıktıktan sonra ayıp olmasın diye seviştim. Sonra da çükümü kesmek istedim."
Dün kulübün bir etkinliği vardı, standda durmak için üç beş kişi gittik. Scarlett'la öncesinde aşırı muhabbetimiz yoktu ama işte dün bu vesileyle bir kaynaştık. Cidden eğlenceli biri.
Yalnız standa gelen giden yok, hava gavur amı gibi alev alev, hemen arkamızda "Ak ak ak yürekler, yeniğ yeniğ yeniğ Türkiyeğ" diye haykıran seçim arabası. Hani bir kalabalık olsa orada belki dekor olarak işe yararız bir hoş kız bir de tuhaf renkte saçlı kız olarak ama o da yok. Oturuyoruz, sıkıntıdan tümör filan çıkartıyoruz. <ay allah korusun.>
Kulüpteki beylerden biri bir film anlatmaya başladı, sıkıntıdan boş yapıyoruz ya. Duke of Burgundy diye bir festival filmi. <izleyin, çok güzel.> Dedi ki filmde her şey kadın, böcekler bile. Seks varmış ama yokmuş, kadınlar arasında bir elektrik bir sorun varmış ama anlaşılmıyormuş, pasif agresif ruh hastalıkları varmış. Biz merak ettik. Telefondan da fragmanını izleyip beğendik. Dedik atlayıp gidelim, Sİ-KER-LER STANDINI DA SEÇİM ARABASINI DA.
Atlatık minibüse gittik. Film bir hayli lezbiyenli bu arada, Scarlett da ben de biseksüeliz. Aynı elemanla sevişmişliğimiz var ama Scarlett bunu bilmiyor. Göt kadar salonda 4 kadın var, ikisi biz ikisi de çok çok bariz bir çift. Film inanılmaz hızlı akmadığı için aralarda sıkılıp elleşiyorlar, yiyişiyorlar filan.
İşte acayipliğin rüzgar olup suratımıza çarptığı bu ortamda filmi izledik. Bu arada film gayet anlaşılır ve hiç de sıkıcı değil; haksız ve aptalsın kulüpteki çocuk. <tek kusuru, filmden çıktıktan sonra östrojenden başımın dönmesiydi. ki bunda sadece filmin değil salondaki ablaların da etkisi olduğuna emin gibiyim.>
Oradan çıktık, ben bu mevsimde İstanbul'da şort giyilmeyeceğini tecrübe etttim, evlere dağıldık.
Akşama da kulüp etkinliği olarak başka bir filme gideceğiz. Aradaki iki saatte yemek yiyip uyudum, kıçıma düzgün bir pantolon giyip ekiple metroda buluştum. Atladık gittik sinemaya. O film de aşırı güzeldi, Mad Max. Onu da izleyin, hatta Duke of Burgundy'yi torrentten indirin ama bunu sinemada devasa ekranda izleyin. Of çogzeldi.
Ondan çıkınca hepimiz bir gaza geldik. Bağıra çağıra koşmak filan istedik. Her nasılsa Scarlett, Jazz ve ben bir grup olarak yürüyüp muhabbet etmeye başladık, amanın ben çok tuhaf hissettim.
Sonra filmin verdiği "Her şeyi yaparım ben yeaaa hell yes fuck this shit helllaaaa" gazıyla Luke'u aramaya karar verdim ayrılalım diye.
Jazz ve birkaç kişi evlerine gittiler, kalanlarla da HP partisinin olduğu mekana gidip içeceğiz. Onlar içecek, ben de uslu uslu oturacağım esasen, çünkü siktiğimin antidepresanları.
Yolda onlardan biraz geride kaldım, dedim az sonra oradayım. Çöktüm kaldırımın kenarına, Luke'u aradım. Radyo programına 20 dakika filan varmış, tabii ki ayrılamadım. Kafamı sikeyim, şu ara hep unutuyorum çocuğun programını. Gerçi şu ara ona karşı yaptığım tek hayvanlık da bu değil ya, neyse.
Kendimi leş gibi hissettim, oturup kaldım orada. Bir anda bütün enerjim çekildi, parmağımı oynatacak halim kalmadı. Karşımdaki marketin karpuzlarını saymaya başladım, kulüpten Scarlett'ın bir başka eskisi geldi yanıma çöktü. Muhabbet etmeye başladık. "Sen her şeyi çok takıyorsun aga," ayarında tespitler havada uçuştu. Sağ olsun o da kendince beni neşelendirmeye çalışıyor. Dedim benim mekana gitmem lazım şunlar bunlar orada, gelir misin. Hık mık dedi sonra gelmeye karar verdi.
Gelir gelmez Scarlett'la tartıştılar ve gitti. Sonra herkes bana bunu niye getirdin muhabbeti yaptı. Ben de karşılaşmamızı anlattım. Nasıl karşılaştınız, az önce buradaydın sorularından sonra ayrılma teşebbüsümü anlatmak zorunda kaldım.
Grupta Jazz'ın ve Hilmicem'in kanka grubundan biri daha var, hemen karşımda, masa göt kadar olduğu için de neredeyse yanımda oturuyor. Oreo gibi çocuk, adı Oreo olsun. Bizim liseden iki üst dönem, o yüzden ayrı bir muhabbetimiz var. O biraz moralimi yükseltti, "Bıçaklayıp acı çektirme, haaaarş diye kes kafasını," filan. <filmden sonra hepimiz bir metal olduk.>
Bir de bizim Jazz'la metresliğimiz mi diyeyim, fakbadiliğimiz mi diyeyim, seksgililiğimiz diyeyim, onu bilen üç beş kişiden biri.
Ben sıkıntıdan kenidmi binge eating'e verdim, bir dünya yemek yığdırdım masaya. Onlar gelene kadar da gazozumun limonlarını ve masayı kemirdim, beni sakinleştirip oyaladı. Kendi meselelerini anlattı, mutluyum ya bu ara filan dedi. "Bir daha söyle, bir daha söyle, mutluyum de," diye kafayı yedim ben biraz. Mutlu insana hasretim anam, herkes dertli. Kıyamam Oreo'ma, nasıl neşelendirdi ama beni.
Onunla eğlendik velhasılı kelam, oradan kulübe indik. Scarlett, Oreo, ben <ya bu isimleri oradan buradan üfürüyorum ya yemin ederim çok cins bir kalabalık oluyoruz.> pencereden girdik, o tarz aksiyonlar. Az takılıp yurda döndüm, yarın teslim etmem gereken ve hâlâ ama hâlâ arsızca başlamadığım ödevim için bir saat kadar takıldık Memoş'un da arkadaşı olan über tatlı gay kankamla. Onun adı ne olsun, onu çok seviyorum, burada bahsedecek kadar muhabbetimiz olsun istiyorum; Lars olsun. Çok melankolik bir bey, Von Trier gibi ama sapık değil. Sapıksa da belli etmiyor.
Onunla oturduk, ben odaklanamadım, dağıldık. Hâlâ ödevi yapmaya davet ediyor beni, onunla ya da onsuz, ama benim canım o kadar istemiyor ki anlatamam.
Anlatırım. O kadar istemiyor ki arka arkaya iki blog kaydı girdim.
Böyleyken böyle. Hilmicem tatile gidiyormuş, bu vesileyle Jazzlar toplanıp içecekmiş. Jazz beni +1'i yaptı, gece de onda kalacağım. <ehehehe> Kendime H&M'den güzelli pijama ve Watsons'tan jilet alayım diye buralara geldim. Alışverişimi yapıp bağımsız bloggerların imal edildiği ve dünyaya dağıtıldığı ulu Starbucks'lardan birine çöküp şu son iki yazıyı yazdım.
Biraz daha takılır oradan da yurda geçerim herhalde. Duş & kaymak gibi olma & oje sürme & ödev yapma beni bekler. Sonra da Jazz'ı göreceğim, etrafta başkaları olmadığı için samimi bile oluruz. O kadar güzel kokuyor ki. Bir de hoş ya, ne bileyim beni sırtına alıp inanılmaz uzun mesafeler gidebiliyor. <luke'u da ben taşıyabiliyorum.................>
Bu taşıma muhabbeti de, HP partisinin olduğu gün aynı anda alohomora dedik ve ben Jazz'ı jinxledim. Uzun bir süre perişan oldu, sonra da beni Hilmicemlere kadar sırtında taşımayı vaad ettiği için jinxini kaldırdım. Hakikaten de taşıdı, yol da yokuş ve uzundu. Çok güzeldi be.
Calm down lady parts, ne bu hal. Yamyaş oldu blog yemin ederim.
Haydi ben kaçıyorum. Okurum varmış gibi davranıp görüşürüz diyeceğim, öpücükler.
Seksli günler, geceler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder